BARBAROS İLKOKULU

Bulancak’ta iki ilkokul vardı; .biri şehir merkezine hafif yüksekten bakan Barbaros İlkokulu, öteki sahildeki Atatürk İlkokulu. Ben, evimize yakın olan Barbaros ilkokuluna verildim.

BARBAROS İLKOKULU
Yayınlanma: Güncelleme: 834 views
Okula getirildiğim ilk gün öğrenciler dersteydi, sınıfıma çekinerek girmiş, tanıdığım İnan Elmas’ın yanına oturmuştum, Sınıfımızda 60 kadar öğrenci vardı. İki sıra sırt sırta birleştirilerek dört tarafına oturaklar konmuş, böylece bir grupta 12 öğrencinin oturması sağlanmıştı. Çok sıkışıktık, tahta çantalarımızı da ayağımızın yanına yere koyuyorduk. Hepimizin siyah önlüğü ve beyaz yakalığı vardı, kızlar ayrıca saçlarına beyaz kurdele takıyordu. Öğretmenimiz Ali Çetinkaya, numaram 244’tü. Sınıf mümessilimiz, 101 Halil Yavuz’du.
Okulda her gün beş ders yapılıyor, öğle tatilinde yemek için evlerimize gidiyorduk, Cumartesileri yarım gündü, Pazartesi sabahları okula başlarken ve Cumartesi öğlen çıkarken önce bahçede sıra olup İstiklal Marşımızı söylüyorduk.
Her gün ilk derste öğretmenimiz gelince ayağa kalkıyor, coşkuyla And içiyorduk; “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım, yasam; küçüklerimi korumak büyüklerimi saymaktır. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun“
İlk günler biraz oyun havasında geçiyordu, Bizim grupta Keçemen lakaplı Şenel Seyhan çok neşeliydi ve herkese sözünü geçiriyordu. Sınıfımızdaki en güzel çanta, babası marangoz olan Süleyman’ındı. Çanta pırıl pırıl cilalı ve ortası hafif bombeliydi. Şenel canı istediği zaman Süleyman’a, “Gel seni bizim gruba alıyorum” der, o da bizi sevdiği için gelirdi. Şenel önce çantayı alıp biraz sever, sonra sıranın üzerinde eliyle fırıldak gibi döndürürdü. Cilalı çantanın dönüşünü hayranlıkla izlerdik. Şenel bir süre sonra sıkılır Süleyman’ı eski grubuna gönderirdi.Ama sonraki günlerde yine oynamak isterse Süleyman’ı ikna eder, bizim grupta çanta şenliği yeniden başlardı.
Ders zilini okulun tek hademesi Şakir Dayı çalıyordu. Zili duyunca hemen bahçeye fırlıyor, koşmaya başlıyorduk, Yakalamaca en kolay kurulan oyundu. Kızlar genellikle ip atlıyor veya “Çizgi” oynuyor, erkeklerse, gazete yumağından yaptıkları topla maç yapmaya bayılıyordu. Teneffüs bitince Şakir Dayı zili eline alıp, üst kattaki balkona çıkıyor, hepimize duyurana kadar sallıyordu.
Okumayı öğrenmek için epey uğraştık, Alfabemiz, fişlerimiz ve bir defterimiz vardı, Alfabedeki harfleri öğrendik, sonra heceleri, sonra kelimeleri; Ali topu at – Ali ata bak – Ayşe ip atla – Uyu uyu yat uyu… Okumayı yılsonuna doğru zar zor öğrendik. O yıllar sınıfta kalma vardı, sınıflarda iki senelik, üç senelik öğrenciler oluyordu.
İkinci sınıfta bir bayan öğretmenimiz oldu, onu çok hatırlamıyorum. Üçüncü sınıfta bizi Başöğretmen Sadık Turan okuttu. Sadık öğretmenimiz bir gün Hayat Bilgisi dersinde bize telefonu öğretiyordu, çoğumuz telefon görmemiştik, sınıfın yarısını kendi evine götürdü, yarısı da okuldaki telefonun yanında bekledi. Öğretmenimiz evdeki siyah telefonun küçük kolunu 5-6 kere çevirdi, ahizeyi kulağına götürdü, alo alo diyerek postaneyle konuştu, numarayı söyledi, bağlandı. Ahizeyi bizlere vererek, okuldaki arkadaşlarımızla tek tek konuşturdu. Ses biraz derinden geliyordu ama, uzaktaki arkadaşımızla konuşmak müthiş bir duyguydu. Öğretmenimiz evinde bize bir de VİM denen beyaz bir toz gösterdi; “Bu toz demir aksamlardaki pası çıkarıyor” dedi. Sonra tozu nemli bir beze dökerek paslı bir metale sürtmeye başladı, metal pırıl pırıl olmuştu, çok şaşırdık. Büyük mutlulukla okulumuza döndük…
Okulda disiplin çok önemliydi, uymamız gereken kuralları Başöğretmen Sadık Turan sabah bahçede sıra olduğumuzda tek tek anlatırdı; bir gün merdivenleri nasıl kullanacağımızı anlattı. Okulumuz iki katlı ve her katta dörder sınıf vardı. Üst kata sağ ve soldan çıkan iki merdiven, yarıda birleşir yukarıya tek merdivenle çıkılırdı. Başöğretmenimiz, “Bundan sonra sağ merdivenden çıkacak, sol merdivenden ineceksiniz, karışıklık istemiyorum” dedi.
Sanırım ikinci teneffüsten sınıfa dönüyorduk, yanımda Şakir Sakallıoğlu vardı, sol merdivenden çıktığımızı yarıyı geçince fark ettik, ama geri dönemedik. Merdivenin başında Başöğretmen bekliyormuş, bize okkalı birer şamar attı ve “Şimdi gidin yeniden çıkın” dedi. Döndük; bu sefer sol merdivenden indik, sağdan yukarı çıktık, yanından geçerken öğretmenimize selam verdik, bir daha yanlış yapmadık.
Öğretmenlerimiz hemen her hafta tırnak-mendil kontrolü yapıyordu. Muayenede uzun tırnaklı olanlar veya mendili olmayanlar azar işitir, bazen bir iki cetvel yerdi. Sınıflarda her gün çeşitli gerekçelerle dayak yiyen kulağı çekilen birkaç öğrenci oluyordu. Aramızda köyden gelen arkadaşlarımız vardı, onlar yağmurda-karda en az bir saat yol yürüyordu. Sınıfta çoğumuzun burnu akıyordu, bu yüzden mendil çok önemliydi. Kıyafetlerimiz pek iyi değildi, bazen pantolonumuzda bir iki yama oluyordu, çoğumuz lastik ayakkabı giyiyorduk. Yağmurlu havalarda ayakkabımız pantolonumuz çok çamur oluyordu. Evlerimizde elektrik yoktu, ödev-lerimizi gaz lambası ışığında yapıyorduk. Bizim eve ben üçüncü sınıftayken elektrik bağlanmış, çağ atlamıştık.
İlkokulda her yıl birkaç kez aşı oluyorduk. Hemşireler okula gelince iğne yapılacak diye çok korkuyor, ama ertesi gün tatil olacak diye de seviniyorduk.
Dördüncü sınıfta öğretmenimiz Mehmet Karadeniz’di; bize Coğrafya dersinde çamurdan kabartma Türkiye haritası yaptırmıştı. Portatif bir yazı tahtasına cilim çamur kullanarak yaptığımız kabartma harita, bize dağları, ovaları, nehirleri öğretmişti. Sonra ülkemizi tanıtan metinlerimizi çalıştık, öğretmenimiz sınıfımıza misafir öğretmenler de davet etti. Ülkemizi ilk defa bir topluluk karşısında ve kabartma haritamızda göstererek anlattık. Benim de “Türkiye, Kuzey Kutbunda yer alan, 776 bin kilometre karelik bir ülkedir” diye başlayan sunumum vardı, hepimiz çok başarılı olmuştuk….
Bu sınıfta unutamadığım bir olay da öğretmenimizin, oruçlu olan bir arkadaşımıza zorla su içirerek orucunu bozdurması olmuştu.
Dördüncü sınıftayken babam beni Samsun’a göz doktoruna götürdü, gözümdeki kayma nedeniyle iyi göremiyordum, doktor gözlük verdi, çok sevindim. Barbaros ilkokulunun gözlüklü ilk öğrencisi ben oldum.
Beşinci Sınıftaki öğretmenimiz Hüseyin Tüysüz’dü. Derslerimizin çoğunu Sınıf Bilgisi isimli dergiden yapıyorduk. Dergiler ayda bir geliyor ve parayla dağıtılıyordu. Dergide her dersle ilgili konular vardı, en sevmediğimiz bölüm “Araştırma-İnceleme Soruları”ydı. Gece evde ödev yapmak için epey uğraşıyor, Matematik problemlerinde çok zorlanıyordum. Babam bazı geceler beni, öğrencilere yasak olmasına rağmen sinemaya kaçırıyor, yetiştiremediğim ödevimi de ablama yaptırıyordu, çok seviniyordum.
Biz beşinci sınıftayken, öğrencilere Amerikan yardımı süt tozu verilmeye başlanmıştı. Sütler her sabah, bahçedeki kulübede hazırlanıyor, büyük tencerelerle sınıflara getiriliyordu. Hepimizin bardakları vardı, evden şeker de getiriyorduk. Süt içmemiz mecburi idi, tadı-kokusu hoşumuza gitmiyordu ama zorla içiyorduk. Süt tozları Amerika’dan şeffaf naylon torbalarda geliyordu. Boşalan naylon torbalar bir liraya satılıyor, bazı öğrenciler bunu okul çantası olarak kullanıyordu.
Bayramlar çok önemliydi, hazırlıklar günler öncesinden başlıyor, sınıflar özenle süsleniyordu. Bahçede, Boru-Trampet Takımı eşliğinde epey yürüyüş talimi yapıyorduk. En önde yürüyen özel kıyafetli Boru-Trampet Takımı ve Yavrukurt arkadaşlarımıza çok imreniyorduk.
Bulancaklılar bayramın yapılacağı Cumhuriyet Meydanı’nı sabah erkenden dolduruyor; okulların gelişini heyecanla bekliyordu. Okullar Bayrak ve Trampet Takımları eşliğinde uygun adım yürüyerek meydanda sıralanıyordu.
O yıl Barbaros İlkokulunda “Mehter Takımı” kurulmuştu. İlginç yürüyüşü ve rengarenk kıyafetleriyle büyük ilgi gören Mehter Takımını, Mehter Başı İbrahim Yaşar yönetiyordu. En arkada da kocaman davuluyla Şenel Seyhan vardı. Takım, İbrahim’in asasını sallayarak “Destuuur YaAllah” komutuyla yürüyüşe geçiyor, üç adımda bir sağa ve sola dönerek ilerliyordu. Mehter takımını hayranlıkla izleyen Bulancaklılar, Şenel’in davula her vuruşuyla coşuyor, çılgınca alkışlıyordu. Bayram töreni, konuşmalar ve şiirlerin okunmasıyla tamamlanıyor, sonra aynı disiplin içinde okullarımıza dönüyorduk.
1960 yılında “Devlet İlkokul Bitirme Sınavı”na girdik. Son sınavımız Elişi Dersiydi, O gün 27 Mayıs’mış; öğretmenlerimiz ülkede ihtilal olduğunu söyleyip, sınavı aceleyle bitirmiş ve bizi evlerimize göndermişti. Sonra sokağa çıkma yasağı ilan edildi, hepimiz Bildirileri dinlemek için radyonun başından ayrılmıyorduk…
Sonra, “İlkokul Şahadetnamemizi” almış ve mezuniyeti arkadaşlarımla Bulancak turu atarak kutlamıştık; Kollarımızı birbirimizin omzuna atıp neşeyle yürüyorduk, köşe başındaki bir dondurmacıda yarımşar limonata içmiştik; Yarım limonata 10 kuruştu ama benim param yoktu, benim paramı arkadaşım ödemiş, ona çok minnet duymuştum!..
Bulancak Barbaros İlkokulu şimdi, okulun bahçesine yapılan 4 katlı yeni büyük binada öğretim yapıyor. Bizim okuduğumuz eski binanın üst katı yıkılmış, alt kat ise Ana Sınıfı olarak kullanılıyor…
(Fotoğraf: Zafer Çamaltı arşivi)

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.