Yazmak da bir verme biçimi değil midir?

Lafı uzatmıyor, kelime oyunları yapmıyor.

Yazmak da bir verme biçimi değil midir?
Yayınlanma: Güncelleme: 469 views

Bugün sizin için Annie Ernaux’ nun ‘Bir Kadın’ kitabını seçtim. Annie yitirdiği annesinin ardından, onu olabildiğince tarafsız bir dille anlatmaya çalışmış.

Onun yalın, duru dili çok başarılı. Bize dolaysız yoldan dokunuyor. Lafı uzatmıyor, kelime oyunları yapmıyor.

Kayıp deyince aklınıza ne geliyor? Umarım tüm sevdikleriniz sağlıklı ve hayattalar. Ama ölüm insanoğlunun kaçamadığı bir gerçek. Annie “Annem hakkında yazıyorum çünkü onu dünyaya getirme sırası sanırım bende.” demiş.

“Annem 7 Nisan’da, onu iki yıl önce yerleştirdiğim huzurevinde öldü. Hemşire telefonda ‘Anneniz bu sabah kahvaltıdan sonra vefat etti,’ dedi. Saat on sularıydı.”

Ölen bir yakınımızın ardından konuşabilmek, yazabilmek kolay değil. Aradan zaman geçince, yaramız kabuk tutmaya başlayınca kabullenebiliyoruz ancak. Annie’de beklemeyi seçmiş.

“Anıları çözümlemeyi kolaylaştıran mesafeye erişmek için onlar geçmişe karışana dek beklemeliyim.” diyor.

Annesini anlatmaya onun çocukluğundan başlamış:

“On iki buçuk yaşında okuldan ayrıldığında ne mutlu ne de mutsuz olmuş, o günlerde genel uygulama böyleymiş.”

Sizin anneniz okula gitme şansını yakalayabilmiş mi? Yaşadığı yerde böyle bir imkân var mıymış? Coğrafya kader derler.  Benim annemin doğduğu Bursa Yenişehir’de ortaokul ve lise yokmuş. Annie’nin annesi gibi o da ilkokul sonrası okula gidememiş. Zaten o zamanlar Yenişehir’de Lise olsaydı da aileler kızlarını gönderirler miydi  bilemiyoruz. Sadece coğrafyanın değil, doğduğumuz evin de kaderimiz olduğunu biliyoruz. En azından biz büyüyüp direksiyonu elimize alana kadar.

Annie annesinin daha sonra fabrikada çalışmaya başladığını anlatıyor:

“Girdiği margarin fabrikasında soğuktan ve rutubetten yakınırmış, ıslak elleri kış boyunca kızarıp çatlarmış. Yirmili yılların sanayileşme hareketiyle birlikte kurulan bir iplik fabrikasında çalışmaya başlamış. Bu büyük fabrikada çalışmaktan gurur duyarmış. Köylü kızlarına, hizmetçilere kıyasla kendini özgür hissedermiş. İşçi ama saygın. Gençliği istenmeyen kız olmaktan kaçınma çabası içinde geçmiş. Yoksulluktan, alkolden, sigara içmekten, akşamları sokaklarda sürtmekten, lekeli giysilerle dışarı çıkmaktan kaçınmış.”

Bu satırlardan annesinin özgürlüğüne düşkün ve kendi kararlarını verme iradesi olan bir genç olduğunu anlıyoruz. Annie annesinin erkek ve kız kardeşlerinin hiçbir şeyden geri kalmadığını, içmeyen en küçük kız kardeşinin dışında diğerlerinin önceden öldüğünü belirtiyor. Ancak belli ölçüde sarhoş olduktan sonra keyiflenir, dilleri açılırmış diye anlatıyor.

Annesi eş seçerken de dikkatliymiş. “Gönlümü çelmeye çalışan çok adam vardı. Birçok kez evlilik teklif ettiler ama ben babanı seçtim. Bayağı bir görünüşü yoktu.” demiş.

Annie annesinin bir fabrika kızı olmaktan gurur duyduğunu ama hayatı boyunca öyle kalmak istemediğini söylüyor.  Kendisine layık tek serüvenin hayalini kuruyormuş. Gıda maddeleri satan bir dükkân açmak.

1931’de krediyle yiyecek içecek ürünleri satan bir dükkân almışlar. Annie “Annemin olduğu kadına dönüştüğü yer burası olmalıydı.” diyor. “Her zaman onun olduğunu düşündüğüm bu yüzü, zevkleri ve tavırları burada edinmiş olmalıydı.”

Çok etkileyici satırlar. Bir insan olduğu insana nerede dönüşür? Siz olduğunuz insana nerede dönüştünüz? Annesinin bu ortamı sevdiğini “Taşı bile satabilirdim.” dediğini anlatıyor.

Annesinin geliştiğini, konuşurken kendini kontrol etmeyi öğrendiğini, sokağa şapkasız çıkmaz olduğunu, elbise satın almadan önce şık olup olmadığını düşünmeye başladığını yazıyor. Bir yerde “Sanırım babam ve ben, ikimiz de anneme aşıktık” demiş.

Siz annenize aşık mısınız? Babanız annenize aşık mı? Birinci soruya evet diyebilmeniz için ikici sorunun cevabının da evet olması mı gerekir?

Bu aşk tüm kitap boyunca sürmüyor elbette. Altını çizdiğim farklı cümleler de var:

“Kapıları vuruyor, yerleri süpürmek için sandalyeleri masaların üstüne yığarken bunlara çarpıyordu. Ne yapsa gürültüyle yapıyordu. Eşyaları yerlerine koymuyor, sanki fırlatıyordu. Yüzünden kızgın olup olmadığı hemen anlaşılıyordu. Evde düşündüklerini dobra dobra söylüyor, bana acuze, pasaklı, edepsiz ya da sadece sevimsiz diyordu. Beni kolayca dövüyor, çoğunlukla tokatlıyor, kimi zaman omuzlarımı yumrukluyordu. Beş dakika sonra da bana sarılıyordu, onun “bebek”i oluyordum.”

Bu satırlar size tanıdık geliyor mu? Anneniz sizi dövdü mü? Tokat attı mı? Sizi aşağılayıcı kelimelerle etiketledi mi? Annie bu cümlelere duygu katmamış ama yaşadığı travmayı hissedebiliyorum.

Annesinin en büyük arzusu, Annie’ye kendisinin vaktiyle sahip olmadığı şeyleri vermekmiş. Ama “bize pahalıya mal oluyorsun,” ya da “sahip olduğun şeylere rağmen hâlâ mutlu değilsin,” demekten kendini alamazmış.

Bazen kendi kızını kendi sınıfına düşman gibi görüyormuş.

“Ben amfide oturup Platon dinleyeyim diye, o sabahtan akşama kadar patates ve süt satıyordu.” diyor.

Ergenliğinde onunla bağlarını kopardığını, daha sonra aralarında sadece çatışma kaldığını söylüyor.

“Yazarken kimi zaman iyi anneyi, kimi zaman da kötüyü görüyorum.” demiş.

Aslolan her ikisi de sanırım. Annie Ernaux yazarken keşfetmiş bunu. Yazarken farkına vardığımız ne çok şey var. Herkes yazmalı bence.

Siz annenizle cinsellik üzerine konuşabildiniz mi? Okullarda cinsel eğitim verilsin ister misiniz? Aileler bu konuda üzerlerine düşen sorumluluğu alabiliyorlar mı? Annie “Annem bana bu konuda hiçbir şey söylemedi, ben de ona herhangi bir şey sormaya cesaret edemezdim çünkü zaten ahlaksızlığın başı gibi düşünülüyordu.” diyor.

“Büyüdüğümü görmek hoşuna gitmedi. Beni çıplak yakaladığında sanki bedenimden iğreniyordu. Memeleri ve kalçaları bir tehdit olarak algılıyor, erkeklerin peşinden koşmaya başlayıp derslerime ilgimi kaybedeceğimden korkuyordu şüphesiz.” diyor.

Babasının ölümünden sonra annesi ona yazdığı mektuplarda sıkılacak vakti olmadığını belirtiyor ama Annie aslında onun umut bağladığı tek şeyin kendisiyle yaşamak olduğunu biliyor. 1970 de annesi kafe bakkalı satarak Annie’nin eşi ve iki çocuğuyla yaşadığı burjuva evine taşınıyor. Başlangıçta mutlu olmuyor. Daha sonra enerjisini ve coşkusunu torunlarıyla, ev işleriyle harcayarak ortama uyum sağlıyor.

Bundan sonra annesinin yaşlılık yıllarını görüyoruz:

“Artık onu hiçbir şey mutlu edemiyordu.”

“Sadece kendisinin gördüğü kişilerle konuşmaya başladı.”

Annie kitabını bitirirken “Artık sesini duymayacağım. Olduğum kadını, bir zamanlar olduğum çocukla bir araya getiren onun sesi, sözleri, elleri, tavırları gülüşü ve yürüyüşüydü. Geldiğim dünyayla aramdaki son bağ da koptu.” diyor.

Son sayfadaki şu cümlesinden içinin artık daha rahat olduğunu anlıyoruz:

“Annem almaktan çok herkese vermeyi severdi. Yazmak da bir verme biçimi değil midir?”

 

 

 

 

 

 

 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.