Deyişi, bir kez daha doğrulanmıştı.
İlk ve Orta Okul dönemimde Eskişehir’de oturuyorduk. Dayım ve ailesi ise, şu an üzerinde Üsküdar Devlet Hastanesi olan arazide yerleşik, eskiden kalma ahşap bir evde oturuyorlardı. O zamanlar, kardeşler ve akrabalar arasında sıkı sevgi bağlılıkları vardı. Günümüzdekine göre, şehirler arası ulaşım olanaklarının daha zor ve ulaşım için geçen zamanın daha uzun olmasına karşın, insanlar yakınlarını ihmal etmezler, fırsat bulduklarında, birbirlerine gidip misafir olurlardı. Ben ve annem de her yaz tatilinde mutlaka İstanbul’a dayımlara gelir ve bir aya yakın sürelerde misafir olurduk. Dayımların oturduğu evin çevresinde, birbirinden oldukça uzak mesafelerde, sayılı birkaç başka ev vardı. Bunlardan biri olan iki katlı, sevimli bir ev, Koşuyolu ile Altunizade arasında ortada bir yerde ve her iki semti birleştiren asfalt yolun hemen kenarında yerleşikti. İçinde yaşlıca iki kadın kardeş yaşardı. Yaşça küçük olan Melahat Hanım, Üsküdar Kız Meslek Lisesi, biçki-dikiş öğretmenliğinden emekliydi. Ablası İffet Hanım, hiç çalışmamıştı. Anlatılana göre, hiç evlenmemişlerdi; Melahat Hanım, bir defa âşık olmuştu, ancak sosyal engeller yüzünden evlenememiş ve aşk defterini kapatmıştı. Evlerinin içinde bulunduğu arazi büyüktü ve belki de on dönüm kadardı. Bahar mevsiminde, evin caddeye komşu bahçe bölümünde, rengârenk, mis gibi kokan güller yetiştirirler ve akşam serinliğinde gülleri sularlardı. Toplumdan uzak, kendi içlerine dönük yaşarlardı, çok az sayıda gelenleri gidenleri olurdu. Toplumla olan küçük bağlantıları, çevredeki seyrek evlerde oturanların, onların evinin önünden geçişleri, kendilerinin bahçeye gülleri sulamaya çıktıkları zamana denk gelirse, hal hatır sorma şeklindeki kısa sohbetler olurdu. Hayat böyle devam ederken, lupus hastası olan ve sürekli kortizon tedavisi altındaki Melahat Hanım’ın vefat ettiği öğrenildi. Ondan sonra ablası İffet Hanım, o evde tek başına yaşamaya devam etmişti. Aradan bir veya iki yıl geçmişti. Bir nisan ayında, İstanbul’da az görülür şekilde, birkaç gün süren çok gürültülü şimşek çakmaları ve ardından bolca yağan yağmurlar olmuştu. O günlerin ardından, bahçeye zaten çok az çıkan yaşlı kadının, artık hiç çıkmadığını gözleyen komşuları, durumdan kuşkulanmışlar ve yardım istedikleri polis memurları ile eve girdiklerinde, yaşlı kadının yerde hareketsiz yattığını ve başında birçok şişlikler ve kanamış yaralar olduğunu görmüşler, zaten toplumdan uzak yaşayan ve ruh durumu bozuk olan zavallı kadıncağızın, gürültülü şimşek çakmaları sırasında korktuğu, hatta aklî dengesini iyice yitirerek, kafasını evin duvarlarına vurma sonucu ölmüş olduğu kanaatine varmışlardı. Hiçbir akrabasına ulaşılamayan kadının defin işlemleri de yardımsevenler tarafından yerine getirilmişti. Ev bir süre boş ve sahipsiz kalmıştı, ilgilenen çıkmamıştı.
Sonra bir gün, artık hayatta olmayan Melahat ve İffet Hanımların teyzelerinin kızı olan Mualla adında bir kadın ortaya çıkmış ve komşuların anlatımına göre, evin ve büyük arsasının tapusunun kendisine geçtiğini bildirirken, neşe içinde gülüp “ne yapalım, şekerim, dünya böyledir, yemeyenin malını yerler” demişti. Daha sonra, Mualla Hanım’ın , hiçbir emeği ve katkısı olmadan kendisine geçen mülkü satarak büyükçe bir servete sahip olduğu öğrenilmişti.
“Yemeyenin malını yerler” deyişi, bir kez daha doğrulanmıştı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.