Çok Geç Olmadan

İvan İlyiç’in Ölümü Üzerine…

Çok Geç Olmadan
Yayınlanma: Güncelleme: 467 views

Bu hafta sizin  için Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü kitabını seçtim.

Kahramanımız İvan İlyiç zengin ve saygın bir yargıç. Eser özellikle İvan’ın hastalık sürecini, yatağında ölümü beklerken yaşadığı  iç hesaplaşmayı anlatıyor.

Ölüm her canlının tadacağı bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. “Ölümden korkmuyorum çünkü o varken ben yokum, ben varken o yok.” sözünü duymuşsunuzdur. Evet, ölüm geldiğinde artık ben burada olmayacağım da… Ölüme giden yolculuğa ne demeli? Aslında hepimiz için ana rahmine düştüğümüz an başlıyor bu yolculuk. Ancak bizler ve çevremizdekiler genç ve sağlıklı olduğumuz sürece kafayı pek takmıyoruz. Sağlık gidince ya da yaş kemale erince işler biraz değişiyor.

Umarım sağlığınız yerindedir. Yaşamınız sevdiğiniz insanlar ve uğraşlarla doludur. Oturup ölümü düşünmeye vaktiniz yoktur. Yine de soracağım. Hiç ölümü düşünüyor musunuz? Ondan korkuyor musunuz? Çok sevdiğiniz birini kaybettiniz mi? Bu konuda iç hesaplaşmalar yaşadınız mı?

Kahramanımız evliliğini de sorguluyor bu süreçte. Yazar, onun evlilik sürecini anlatırken, bir aşk evliliği yaşamadığını öğreniyoruz:

“İvan İlyiç’in evlenme sebebinin, nişanlısının onu sevmesi ve hayat görüşünü paylaşması olduğunu söylemek haksızlık olurdu. Çevresindeki kimseler bu evlenmeyi onayladıkları için evlendiğini söylemek de bir o kadar haksızlıktı. İvan her iki sebepten dolayı evlenmişti. Gönlüne göre bir evliliğin yanı sıra ondan çok yüksek mevkide bulunan kimselerin doğru saydıkları bir hareketi de yapmış oluyordu.”

Siz ne tür evliliklerin mutlu olacağına inanıyorsunuz? Aşk evliliği mi? Yoksa çevrenin de onayladığı bir mantık evliliğini mi tercih edersiniz?

“Evliliğin ilk zamanları karıkoca sevişmeleri, yeni ev eşyaları, mutfak takımları ve yeni çamaşırlar arasında karısının gebeliğine kadar gayet güzel geçti.” diye anlatıyor yazarımız.

İlk zamanlarda gayet güzel geçen evliliğe daha sonra neler oluyor acaba? Günümüzde de boşanma oranlarına bakarak evliliğin zor bir kurum olduğunu söylemek mümkün mü ne dersiniz?

“Karısı, hiç nedensiz hayatın tadını ve huzurunu kaçırmaya başlıyor. Ortada fol yok yumurta yokken kocasını kıskanıyor, kendisiyle daha çok ilgilenmesini istiyor. Her şeyden aksileniyor, acı, kaba sahneler icat ediyor.”

İvan bu duruma nasıl bir çözüm bulmuş sizce? Eşiyle daha çok ilgilenip onu anlamaya mı çalışmış?

İvan bu tatsız durumdan sıyrılmak için vurdumduymaz davranmaya başlıyor. Bu hali, hayatı boyunca her zaman imdadına yetişiyor. Arkadaşlarını davet ederek oyun partileri düzenliyor. Bir yandan da kulübe, arkadaşlarının evlerine kaçamak yapmayı deniyor.

Tüm bunlar çok tanıdık geliyor bana. Vurdumduymaz davranmak, sorunlardan kaçmak bir çözüm mü? Ne dersiniz? Bizim kahvehaneler ve şehir kulüpleri de sorunlardan kaçanlarla mı dolu acaba?

Yazarımız sorunların çözülmediğini, eşinin istekleri yerine gelmediği zamanlarda İvan’ı azarladığını, kocasını iyice baskı altına alıp ezile büzüle dizinin dibinde oturmaya razı etmeye çalıştığını anlatıyor.

Bizler sorunlarımızı konuşarak ya da yardım alarak çözmeyi başarabiliyor muyuz? Yoksa biz de sorunlar büyüdükçe kaçıyor, vurdumduymaz bir tavır takınıyor, sesimizi yükseltiyor, çeşitli   psikolojik şiddet yollarına mı sapıyoruz? Toplumda bağıran, şiddetin her türlüsünü sergileyen ne çok insan var. Şiddet bir iletişim biçimi olabilir mi?  Ne dersiniz?

Karısının saygı gösterdiği biricik şey İvan’ın görevi olduğu için, kahramanımız bağımsızlığını kurtarmak için işini silah olarak kullanıyor. Görevini eskisinden çok sevmeye, yükselme hırsı beslemeye başlıyor.

Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır sözünü boşuna söylememişler anlaşılan…

 “Çok işim var diyerek” evden uzaklaşan erkekler…Pandemide bunun karikatürleri de yapılmıştı. Sokağa çıkma yasağı başlayınca eve gelen babasını tanıyamayan, “anne, bu adam kim?” diye soran çocuklar…

 

Karısı çocuğun dünyaya gelmesinde, onu emzirmesinde karşılaştığı bazı aksilikleri, çocukla annesinin gerçek ve düşsel hastalıklarını İvan’ın da paylaşmasını istiyor, o ise bunların hiçbirinden bir şey anlamıyor. Böylece kendisine, aile dışında ayrı bir dünya yaratmak ihtiyacını, daha şiddetle hissediyor.

İvan hamilelik ve ardından gelen annelik telaşıyla bunalan karısına yardım etmeyi seçmiyor. Bizde babalar bu süreçte eşlerine yardım edip, yanlarında oluyorlar mı ne dersiniz? Yoksa onlar da “bu işlerden anlamıyorum,” diyerek mutlu olabilecekleri farklı dünyalar mı yaratıyorlar?

İyi bir memur olarak beğenilen İvan üç yıl sonra savcı yardımcısı oluyor. Başka çocukları oluyor. Karısı gittikçe daha hırçın, daha dırdırcı oluyor. Ama bu dırdırlar, uyguladığı taktik sayesinde İvan’a hiç dokunmuyor.

Kahramanımız birkaç kişinin yer değiştirmesi sayesinde arkadaşlarına göre iki derece birden atlayarak kariyerinde büyük bir başarı elde ediyor. İşini kendi gerçek hayatına karıştırmamakta son derece ustalık sergiliyor. İnsanlarla iş ilişkileri dışında ilişkilere yer vermiyor. Gerektiği zamanlarda, gerekli resmiyete bürünerek, insani şeyleri uzaklaştırmaya gücünün bulunduğunu hissediyor.

Resmiyete bürünerek insani şeyleri uzaklaştırmak… Bu da bana çok tanıdık geliyor. Siz de zaman zaman kullanıyor musunuz bu kaçma stratejisini?

İvan görev yeri olan şehre taşındığında yeni evlerinin döşenmesiyle uğraşıyor. Duvar kağıtlarını, mobilyaları, antikaları, değerli eşyaları özenle seçiyor. Perdeyi istediği şekilde asamayan döşemeciye bunu göstermek için çıktığı merdivenden düşüyor. Böğrü pencerenin mandalına çarpıyor. Darbe alan yer bir süre ağrıyor ama daha sonra geçiyor. Kahramanımız çok sonraları bu düşmenin onu ölüme sürükleyen süreçte etkili olduğunu düşünüyor.

Bizler de kariyer basamaklarında yükselip ekonomik olarak güçlendiğimizde kendimizi değerli eşyalar alarak ödüllendiriyor muyuz? Mobilyalar, antikalar, şeçkin bir çevre mutlu olmamıza yetiyor mu?

Daha sonra İvan’ın hastalığının başlangıcını ve kaçınılmaz sona doğru çıktığı yolculuğu gözlemliyoruz.

Artık insanlar İvan’a bir zamanlar onun kendilerine davrandığı gibi davranmaya başlıyorlar:

“O mahkemede sanıklara karşı nasıl davranıyorsa, meşhur doktor da ona karşı aynı tavrı takınmaktaydı.

Karısı hastalığına karşı kendine has bir hal takınmıştı. İvan bu konuda ne söylese, ne yapsa kadın tavrını değiştirmiyordu.”

 

Kahramanımız ölüme yaklaştıkça geçmişini sorgulamaya başlıyor. Çocukluğundan uzaklaşıp bugüne yaklaştıkça sevinçlerinin daha değersiz, daha kuşkulu bir hal aldığını hissediyor. Hiç beklenmeyen evlenme olayı, kırılan hayaller, şehvet, yapmacıklıklar, içten yapılmayan görev, para hırsı, bir, iki, on, yirmi yıl hep aynı şeyler…

“Belki de gerektiği gibi yaşamıyordum ben” diyor.

“Hayattan, elimde ne varsa, hepsini mahvettiğimi bilerek ayrılıyorum. Düzeltmeme de imkân yok artık…”

 

Bu yazımızı da güzel dileklerle bitirelim.

Umarım hayatınızı sorgulamak için hastalıkların kapınızı çalmasını beklemezsiniz.

Yaşama sevinciyle dolu, hayallerinizi gerçekleştirdiğiniz, yapmacıksız, severek yaptığınız bir işle uğraştığınız, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyorum sizlere…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.