DUYARSIZLAŞMAK BİR SEÇİM OLABİLİR Mİ?

Bu hafta sizin için Albert Camus’nün ‘Yabancı’ kitabını seçtim.

DUYARSIZLAŞMAK BİR SEÇİM OLABİLİR Mİ?
Yayınlanma: Güncelleme: 213 views

Kahramanımız Mersault kendisine gönderilen bir telgrafla bakımevindeki annesinin öldüğü haberini alıyor. Patronundan iki gün izin alarak cenazeye katılmak üzere yola çıkıyor.

Mersault annesinin ölümüyle sarsılmıyor, ağlamıyor, tabutun açılmasını annesinin yüzünü görmeyi istemiyor. Onun cenazesi başında kahve ve sigara içiyor. Bu davranışları daha sonra işlediği suçtan yargılanırken olumsuz değerlendirilmesine katkı sağlıyor.

Yaşlılarımızı kendi evlerinde ya da kendi evimizde tam da istedikleri gibi bakıp, onlarla ilgilenebiliyor muyuz? Bakım masraflarını rahatlıkla karşılayabiliyor muyuz? Yoksa biz de ekonomik zorluklar ve yoğun çalışma hayatı yüzünden onları bakımevine gönderip tek dinlenme zamanımız olan hafta sonunu kendimize mi ayırıyoruz? Ne dersiniz?

Toplumumuzda böyle davrananlar ayıplanıyor mu? Kahramanımızı bu yüzden aşağılama, onun kötü bir insan olduğunu söyleme hakkına sahip miyiz?

Kitabın ilerleyen sayfalarında Mersault da normal insanlarda gözlemlediğimiz üzüntü, neşe, sevinç gibi duyguların olmadığını görüyoruz. Adeta duyguları bir ameliyatla alınmış, ya da uyuşturulmuş gibi.

Bizler zaman zaman anlamakta ve anlamlandırmakta zorluk çektiğimiz bu dünya yaşamında kaçmak ya da savaşmak dışında bir başka yol daha buluyoruz: Donmak… Acaba Mercault da duyarsızlaşmayı seçmiş olabilir mi?

Kahramanımız cenazenin ertesi günü limandaki plaja gidiyor. Orada karşılaştığı eski ofis arkadaşı Marie ile birlikte yüzüyor. Akşam kızın isteği üzerine sinemaya gidiyorlar. Çıkışta eve gidip birlikte oluyorlar.

Annesinin ölümü üzerinden zaman geçmeden hiçbir şey olmamış gibi yaşamına devam etmesi, komik bir filme gitmesi de işlediği suçtan yargılanırken aleyhine değerlendiriliyor. Herkes yas tutmalı mı? Bu yas süresi ne kadar olmalı ne dersiniz? Yas tutmayanları ayıplıyor mu toplum?

Mersault birlikte olduğu Marie’nin “beni seviyor musun” sorusuna “sanmıyorum” diye cevap veriyor. “Benimle evlenmek ister misin” sorusunu ise “farketmez, istersen evlenebiliriz” diye yanıtlıyor.

Marie onun tuhaf biri olduğunu, onu bu yüzden sevdiğini ama aynı sebepten bir gün nefret edebileceğini söylüyor.

Aynı “farketmez” cevabını siz alsaydınız ne yapardınız? Böyle tuhaf biriyle birlikte olmak ister miydiniz? Onu sevebilir miydiniz? Biz kadınlar “tuhaf” yaratıklarla birlikte olmak istediğimiz için mi yapıyoruz yanlış seçimlerimizi? Ne dersiniz?

Kahramanımızın diğer ilişkileri de duygu barındırmıyor. Kimsenin sevmediği kapı komşusu Raymond’un sucuk ve şarap teklifini kabul edererek onun eski sevgilisiyle ilgili hikayesini dinliyor, isteği üzerine kadına bir mektup yazıyor.

Raymond Mersault’ya pazar günü kumsalda evi olan bir arkadaşına gitmeyi teklif ediyor. Raymond’a garezi olan Araplar onları takip ederek karşılarına çıkıyor. Kavgaya tutuşuyorlar. Raymond’un kolu bıçaklanıyor, ağzı kesiliyor.

Mersault daha sonra yürüyüşe çıkıyor, Raymond’un belalısı arapla karşılaşıyor. Arap yerinden kalkmadan bıçağını çekip gösteriyor. Kızgın güneşin altında Mersault’nun Raymond’un verdiği tabancayı tutan eli kasılıyor, dört el ateş ediyor.

Hiç tanımadığı, düşmanlık beslemediği adamı öldürüyor.

Mahkeme sırasında pişmanlık duymayan, kayıtsız bir tutum sergileyen, Tanrı inancı olmadığını söyleyen kahramanımız idam cezasına çarptırılıyor.

Bir katili anlamak onunla empati kurmak zor olsa gerek. Bu günkü popüler psikolojik yaklaşımla çocukluğuna inemiyoruz. Nasıl bir eve doğduğunu, annesiyle olan ilişkisini bilemiyoruz. Hiç tanımadığı babasının yokluğunun onda açtığı yaraları göremiyoruz.

Yazarın özellikle ışığa karşı çok hassas olduğunu belirttiği kahramanımız cinayeti yakıcı güneşin altında işliyor. Bu etkiyi yaratan sebepleri araştıramıyor, kim bilir belki de kolaya kaçıp bizler de onu duygusuz bir canavar olarak etiketleyip rafa kaldırıyoruz.

Camus’nün saçma felsefesinin temel unsurlarını yerleştirdiği, bireyin kendine ve topluma karşı yabancılaşmasını vurgulayan bu kült romanı günümüz insanı için de çok şey söylüyor.

Biz de Mersault gibi daha çok isteklerimizin, açlığımızın sesini mi duyabiliyoruz acaba? Fark etmez diyerek öylesine önümüze gelen hazır seçimlerle mi yaşıyoruz?

Hayatımızdaki anlamı bulabiliyor muyuz? Gerçek duygularımıza aracısız ulaşabiliyor, onları tanıyabiliyor muyuz? Yoksa ne düşündüğümüzü, nasıl hissettiğimizi bulabilmek için kucak dolusu para dökerek bir terapi koltuğunda saatler geçirmemiz mi gerekiyor, ne dersiniz?

Hayatınızın anlamını çok geç olmadan bulabildiğiniz, bulamadığınız anlamları yaratma sorumluluğunu üstlendiğiniz, kendinizi & duygularınızı tanımak için zaman ve emek harcadığınız sağlık, mutluluk, bolluk bereket ve barış dolu uzun bir ömür diliyorum sizlere…

Hoşça kalın, kitaplarla kalın…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.