ŞEHİT DÜŞTÜK FAKAT BİZ, TEMİZ BİR VATAN BIRAKTIK.

Selam Ayşe kadına, Selam Kara Fatma’ya, Selam bu düşmanı Yurdumuzdan kovana…

ŞEHİT DÜŞTÜK FAKAT BİZ, TEMİZ BİR VATAN BIRAKTIK.
Yayınlanma: Güncelleme: 92 views
Bugün, Büyük Taarruzda Zafere 3 gün kala şehit olan, Giresun Bulancak Ucarlı Mahallesinden Dervişoğullarından Hüseyin oğlu Nazım’ın (Niyazi) şehit oluşunun 103’üncü yıldönümü. Bizim Büyük Dayımız olan Nazım (Niyazi), Afyon’daki Giresun Şehitliği’nde 13 arkadaşıyla birlikte yatıyor. Onlar için bu yılki anma töreni 30 Ağustos Cumartesi günü yapılacak. Büyük Taarruzda binlerce askerimiz şehit oldu. Hepsinin ayrı hikayeleri, ayrı kahramanlıkları var. Onları temsilen, Dervişoğlu Nazım’ın hikayesini bir kez daha paylaşmak istiyorum. Tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun, nur içinde yatsınlar.
BİR NAZIM HİKAYESİ
“Dikmen Dağı’nın Güneye bakan yarı belindeki Ucarlı köyünde hava o gün oldukça güzeldi. Ama, tarlada çalışan Emine ninenin içinde bir sıkıntı vardı; “Hayırdır İnşallah” diyerek, işine devam etti. Evin tek oğlu Nazım da, üst yandaki fındık bahçesinde çalışıyordu. Bir süre sonra, uzaktan çocukların bağrışmaları duyuldu:
– Candarmalar geliyooo, candarmalar geliyooo, asker topluyooo…
Emine nine kulak kesildi. İçine hemen bir korku düştü:
“- Acaba Nazım’ımı da alırlar mı! Ama o daha çocuk, 16 yaşında, asker olur mu hiç! Olmaz olmaz! Çocuk o!…”
Emine nine daldı, Hasan’ı ve Sabri’sini düşündü… Osmanlı’nın Trablusgarp ve Balkanlar’da savaştığı yıllardı. Doğu’da Rus cephesi hiç kapanmıyordu. Sonra bir de Cihan Harbi çıktı!.. Hasan büyük oğluydu Emine ninenin, vatan savunulacaktı, o da oğlunu gururla askere yolladı. Ama bir süre sonra Sabri de askere çağrılınca içi burkuldu. Daha Hasan’dan doğru dürüs haber alamamıştı. Üstelik Sabri, köyün güzel kızı Zahide’yi seviyordu, evleneceklerdi. Ama vatan görevinden de kaçamazdı.
Sabri köyden ayrılırken aşkını kalbine gömmeye çalıştı. Köyü karşıdan gören Dağyol’a geldiğinde, Zahide’si için dilinden hiç düşürmediği türküsü son kez duyuldu:
“Çubuk aldım çimenden
Yavrum kanmadım senden,
Yer yağmurdan kanarsa,
Ben de kanarım senden…”
Emine nine, daha hangi cephede savaştıklarını bile bilmediği Hasan’ı ve Sabri’si için sürekli dua ediyordu. Çocuklarının hasreti içini yakıp kavururken şimdi sıra Nazım’a gelmiş olabilir miydi?
Emine nine bu kötü düşünceyi kafasından kovmaya çalışırken, Jandarmaları karşısında buldu:
– Teyze asker topluyoruz, hanenizde kaç erkek var?
– Erkek mi!… Erkek mi kaldı ah oğlum; iki oğlum birden yıllardır askerdeler, daha dönmediler… Bir Nazım’ım kaldı, ama o daha çocuk, ondan asker olmaz.
– Nerde şimdi?
– Bahçede!…. Yukarda çalışıyodu!
– Hele çağır da gelsin, bi görelim…
Nazım gelir, jandarmalar onu beğenir;
– Tamam. Bunun eli silah tutar, askere yazıyoruz, derler.
Emine nine yıkılmıştır, inanamaz, jandarmalara yalvarır;
– İki oğlum hala askerdeler, Nazım bizim son çocuğumuz, daha 16 yaşında, hele 18’ine bassın ben kendi ellerimle getirip size teslim edeceğim, der.
Ama jandarmaların kararı kesindir, Emine nineyi duymazlar bile!
Çare yok, emir yerine getirilecek. Ertesi gün Nazım’ı, babası Hüseyin dede Giresun’daki birliğine götürür. Emine nine de peşlerinden “Dağyol”a kadar gelir, burada vedalaşırlar. Nazım’ı kucaklar, öper öper…
Yaya gidilen yol saatler sürer, Nazım çelimsizdir, bavulunu babası taşır… Nihayet Giresun’a varırlar. Nazım birliğine teslim olur. Eğitim hemen başlar. Kıt‘anın en sonundadır, omzuna astığı tüfeği neredeyse yere değer.
Bu görüntülerle yüreği parçalanan Hüseyin dede çaresiz köyüne döner. Yaşadığı acılar onu yatağa düşürür… Ve Hüseyin dede Nazım’ın gidişinden tam 40 gün sonra Hakkın rahmetine kavuşur.
Emine nine şimdi iyice yalnızdır. Dört çocuğuyla dul kalan tek kızı Gülizar’ı yanına alır, hayatın zorluklarına birlikte dayanmaya çalışırlar.
Nazım gittikten bir yıl sonra, zatürre hastalığına yakalanır ve üç ay tebdil havaya gönderilir.
1916’da Ruslar, Karadeniz’i işgale başlar ve Harşıt’a kadar gelirler, bölgede büyük bir göç ve sefalet yaşanır.
Emine nine oğulları Hasan ve Sabri’nin, Giresun uşaklarıyla birlikte Harşıt’ta savaştıklarını haber alır. Aralarında Emine ninenin kızı Gülizar’ın da bulunduğu 5-6 kadın, sırtlarına yüklendikleri şelek ve çuvallarla, Ucarlı’dan ta Harşıt’a yürüyerek, askere yiyecek ve giyecek ulaştırır.
Yol çok uzun ve tehlikeli, ortalık çete ve eşkıya doludur. Kadınlar dağdan dağa, bahçeden bahçeye, kimseye görünmeden günlerce yürürler. Gülizar, kardeşleri Hasan ve Sabri’yi bulur, hasret giderirler…
Harşıt’ta iki yıl kadar süren bu direnişten sonra Ruslar çekildiler, ancak Hasan ve Sabri dönemedi. Emine nine, çocukları esir mi düştü, şehit mi oldular hiç öğrenemedi.
Nazım ise, asker ocağında geçen yıllar içinde büyüdü gelişti, gözü pek bir asker oldu. En şiddetli savaşlar Afyon yöresinde yaşandı. Burada çok şehit verildi, Giresun 42’nci ve 47’nci gönüllü alaylarının da üçte ikisi şehit oldu.
Nazım’ın kulaklarında hep, Alay Müftüsü Bulancaklı Kurdoğlu Hacı Hafız’ın sözleri yankılanıyordu: “-Şehitlik en yüce makamdır; Vatan için ölmek şereflerin en üstünüdür. Düşman çizmesi altında ezilmektense, şehit olmak bize farzdır… Haydi aslanlarım, vurun yiğitlerim, Allah bizimle beraberdir…”
Hele bu tepeye gelirken, Hacı Hafız’ın;
– Arkadaşlar, teyemmüm edin, namaz kılalım, belki bu son namazımızdır, deyip kıldırdığı namaz, Nazım’ın gözünden hiç gitmiyordu.
27 Ağustos 1922 günü 47’nci Alay, İscehisar yöresinde, Dedesivri Tepesini düşmandan geri almak için çarpışıyordu; Yoğun ateş altında, Allah Allah sesleri, vurun aslanlarım, yiğitlerim vurun… Allah için vurun, vatan için vurun nidaları gök yüzene yükseliyordu.
Bu sırada ileri atılan Nazım’a bir top mermisi isabet etti. Nazım’ın vücudu havaya savrularak param parça oldu!.. Parçalar birer birer ve sessizce toprağa düştüler. Son olarak Nazım’ın kaputu, havada süzülerek cesedini örttü!..
Çok şiddetli çarpışmaların yaşandığı o gün, aynı mevzide Giresunlu 14 kahraman şehit oldu. Dedesivri Tepesi geri alındı…
Askerler artık büyük bir coşkuyla savaşıyordu. Bir akşam üstü Türk toplarının yerleri ve konumları yeniden düzenleniyordu. Siperdeki askerler, genellikle öküzler tarafından çekilen toplardan birinin, tek başına bir asker tarafından çekildiğini gördüler… Sesler yükseldi:
– Bakın bakın, aramızda ne babayiğitler var!
– Bravo aslanım, koluna kuvvet… Dayan koçum başarıyosun…
– Şu inanca bak arkadaş… Biz bu savaşı mutlaka kazanacağız.
Biri daha yüksek sesle bağırdı;
– Bu bizim Nazım!.. Nazım bu!..
– Evet, topu çeken Nazım’a çok benziyo arkadaşlar, benziyo ama!…
– Ama Nazım gözümüzün önünde şehit oldu. Topu çeken ancak, Nazım gibi bir babayiğittir!.. Ve içimizde çok Nazımlar var!…
Bu inanç ve güçle Türk Ordusu, 30 Ağustos’ta zafere ulaştı. Düşman, 9 Eylül’de İzmir’de denize döküldü.
Savaşın sona ermesiyle, Giresunlu askerlerden sağ kalanlar da memlekete dönmeye başladılar. Emine nine büyük bir hasretle Nazım’ını bekliyordu, ama ondan hiç haber alamamıştı.
“-Tanrım, sadece hayatta olduğunu öğreneyim, başka bir şey istemem.” diyordu.
Emine nine, bir süre sonra, Giresun Gönüllü Alayları’nın Müftüsü Kurdoğlu Hacı Hafız’ın da, Küçüklü’deki evlerine döndüğünü öğrendi. Sabredemedi, küçük torunu Taliye ile yola koyuldu. Ucarlı’dan saatlerce yürüyerek, sahil köyü Küçüklü’de Hacı Hafız’ı buldu, Nazım’dan haber sordu.
Emine nineye çok üzülen, öteki iki oğlunun da askerden dönemediğini bilen Hacı Hafız, ona acı haberi veremedi, geri yolladı.
Emine nine pes etmedi, her hafta, o kadar yolu tekrar tekrar yürüyerek Hacı Hafız’ı bunalttı, Hafız sonunda dayanamadı,
– Teyzeciğim hafta günü çarşıya gel, orada konuşalım, dedi.
Emine nine köyüne döndü; “İyi haber olsaydı çoktan söylerlerdi” diye düşünüyordu ama, içinde yine de bir umut vardı. Hafta günü erkenden, torunu Taliye ile Bulancak’a indi. Hemen, buluşma için söylenen dükkana gitti. Hacı Hafız. onu, dükkanın arka arkaya katlanan tahta kepenklerinin önünde bir sandalyeye oturttu ve anlatmaya başladı:
– Bak teyzeciğim, cephede çok çetin ve uzun savaşlar oldu. Ben alayın en önündeydim, Kur’anımı boynuma asıp, atımın üstende, şehit olayım diye, askeri coşturmak için hep en önde savaştım!.. Ama bana nasip olmadı, ben şehit olamadım!.. Senin oğlun, Nazım’ın kahramanca şehit oldu!.. Ben sana söyleyemedim! N’olur üzülme! Sen de şehitler kadar kahraman bir annesin. Beni de bir oğlun say. Üzülme!….
Emine nine dona kaldı, hiç konuşamadı!.. Sonra yavaşça yerinden kalktı, Hacı Hafızı başıyla selamladı, torununun elinden tutup köy yoluna koyuldu…
Ruh gibiydi Emine nine hiç sesi çıkmadı, ta ki şehir bitip, tenha köy yolunun başladığı Sinek Suyu çeşmesine kadar. Orada artık kendini tutamadı Emine nine;
-Yavruuuum… Yavrularııım… üç taneden hiç biri yooook…. Canlarım nerdesiniiiiz…. diye feryada başladı.
Bir saati aşan köy yolunu ağıtlar yakarak yürüdü Emine nine, ağladı, ağladı… Ondan sonraki günlerde de gözü hep yaşlıydı Emine ninenin. O köyün ebesiydi, zayıf bir kadındı ama üç aylarda bile oruç tutardı. Gencecik yaşlarında şehit olan üç oğluna doyamamanın acısıyla; “İçim kelek gibi, bomboş” diyordu hep. Dilinde de çoğu zaman, Sabri’den uyarladığı türküsü oluyordu:
“Çubuk aldım çimenden
Yavrularım kanamadım sizden,
Yer yağmurdan kanarsa,
Ben de kanarım sizden…”
Giresun Bulancak Ucarlı mahallesinden Derviş oğullarından, Hüseyin oğlu 1314 doğumlu (Niyazi) Nazım şimdi, Afyon’un İscehisar ilçesine bağlı Doğanlar köyündeki “Giresun Şehitliği”nde, 13 arkadaşıyla birlikte yatıyor. Şehitliğin kitabesinde yazanlarsa herkesin yüreğini dağlıyor:
“ Bu cephede savaştık
Yunan’ı geri attık.
Şehit düştük fakat biz,
Temiz bir vatan bıraktık.
Selam Ayşe kadına,
Selam Kara Fatma’ya,
Selam bu düşmanı
Yurdumuzdan kovana…”

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.